15 Aralık 2014 Pazartesi

Bir Kalemde Memleket ; ORHAN KEMAL

Toplumsal gerçekliğin usta kalemi , 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğar. Çok çeşitli türleri kaleme almış olmasıyla beraber asıl eserlerini roman ve öykü dallarında verir. Asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü'dür. İlk Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet Bakanlığı’ndan 3 gün sonra istifa ettirilip nerdeyse tüm İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Abdülkadir Kemal Bey’in oğludur. Babasının, 1930’da Ahrar Fırkası’nı kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla Suriye’ye geçmesi üzerine, ortaokul son sınıfta öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalır. Bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşadıktan sonra 1932’de Adana’ya döner. İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu ve katiplik gibi işlerde çalışır.

1939′da ilk şiirlerini de yazdığı askerliği esnasında, komünizm propagandası  yapmak suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkum olur. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yatar. Bursa Cezaevi’nde yattığı sırada Nazım Hikmet‘le tanışması yaşamının ve yazarlığının dönüm noktası olur.
Onun şiirlerini dinleyen ve beğenmeyen Nazım usta, Orhan Kemal ‘in edebiyata daha da bilenmesine
vesile olur. Orhan Kemal, 1943′te salıverildikten sonra tekrar Adana’ya döner. Adana’da bir süre daha
amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneği’nde katiplik gibi bir çok işte çalışır. Nazım
Hikmet ‘le geçirdiği cezaevi günlerin yazarın içindeki daha büyük cevherleri ortaya çıkarır ve ufku genişler. bir anda hedefler değişir ve ani bir kararla 1950’de İstanbul’a yerleşerek, hayatını yazılarıyla kazanmaya başlar. Nazım Hikmet ‘le geçirdiği yılları bir anı kitabında “Nazım Hikmet’le 3.5 yıl” adıyla kaleme alır.

 Kayseri Cezaevi’nden yazıp gönderdiği ilk şiiri “Duvarlar” 1939′da Yedigün dergisinde “Reşad Kemal” imzasıyla yayınlanır. “Reşad Kemal” takma adıyla yazdığı şiirler Yedigün ve Yeni Mecmua’da çıkmaya başlar. İlk romanı “Babaevi”nin bir bölümünü oluşturan “Balık” öyküsü, Yeni Edebiyat dergisinde 1940′ta yayınlanır. Bundan sonra çalışmalarını öyküde yoğunlaştıran usta “Orhan Kemal” adını ilk kez 1942′de “Yürüyüş” dergisinde yayınlanan şiir ve öykülerinde kullanır. Öyküleri; Varlık, Seçilmiş Hikayeler, Yeditepe başta olmak üzere dönemin tüm dergilerinde yer alır. Onu artık tüm edebiyat çevreleri tanımakta, yeni bir ekol yarattığının farkına varmaktadır. Gazetelere tefrika romanlar ve film senaryoları yazar. Hemen hemen tüm edebi eser türlerine el atan usta yazar, geçimini sağlamak, para kazanmak amacıyla durmadan yazar. “72. Koğuş, Murtaza, Eskici ve Oğulları” adlı eserleri tiyatroya uyarlanır ve efsaneleşir.72.Koğuş adlı eseri sinema filmi olarak defalarca çekilir ve beyaz perdeye konulur. Doğrudan oyun olarak 1964′te yazdığı tek eseri “İspinozlar”, “Yalova Kaymakamı” adıyla sahnelenir.

 Öykü ve romanlarında günlük yaşamın değişik yönlerini işler.Doğallığı ve toplumsal gerçekliği ön plana çıkaran üslubuyla toplumun hemen hemen tüm kesimine hitap eder. Kahramanlarını çoğunlukla sömürülen, yoksul insanlardan seçer. Bu insanların yaşamlarını, sorunlarını, iç dünyalarını yansıtırken kinsiz, sevecen, umutlu bir yaklaşım benimser. kimi eserlerinde bizzat kendi hayatını konu alır. “Babaevi”nde çocukluk yıllarını, “Avare Yıllar”da gençliğini anlatır. Eserlerinin hemen hepsinde toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurgular. Güçlü gözlem gücüyle, özgün ve yalın anlatımıyla hâlâ çok okunan ve sevilen eserler yaratmıştır. Eselerinde hızlı bir olay akışı ve devingenliğin yanısıra diyalog kurma tekniğine ağırlık verdiği dikkat çeker. Sanatının olgun döneminde daha çok Adana yöresindeki toprak ve fabrika işçilerini konu alır. bu eserleriyle toplumsal sınıf ayrılıklarını ve çelişkilerini ustaca ele alır. Çukurova’nın toplumsal ekonomik yapısındaki değişimin yöre halkı üzerindeki etkilerini inceler,döneme ve geleceğe bu bağlamda ışık tutar. Ailesi 1972′den itibaren adına “Orhan Kemal Roman Armağanı” vermeye başlar. Bu ödülü ilk defa “boynu bükük öldüler” adlı eseriyle Yılmaz Güney alır. günümüzde hala bu ödül geleneği devam etmektedir.




1966′da bir lokantadaki konuşmasında komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla uzun yıllar sonra

tekrar yargılanır fakat bu defa beraat eder. Uzun ve sancılı yılları geride bırakan usta yazar çok yorulmuş ve çok yıpranmıştır. Yaşamının son döneminde Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak, daha çok da tedavi amacıyla Soyfa’ya gider. 2 Haziran 1970’te Sofya’da tedavi edildiği hastanede beyin kanamasından hayatını kaybeder . Türkiye’ye getirilen cenazesi, İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilir.

Bize en yakın olanın mucidi ; Alexander Graham Bell

Günümüzde cep telefonlarına olan bağlılık ve bağımılılık artık su götürmez bir gerçektir. Peki gece uyurken bile başucumuzdan ayıramadığımız , gün boyu hep en yakınımızda hep üstümüzde taşıdığımız bu küçük cihaz nasıl icat edildi ?

İskoçya asıllı ABD'li bilim adamı Alexander Graham Bell, 3 mart 1847'de doğar. Yaptığı inanılmaz buluşun temelinde ailesinin sağlığıyla alakalı durumlar da tetikleyici olur. Graham Bell'in annesi doğuştan işitme engellidir. Dedesi ve babası yıllarını işitme engellilere adamıştır. Özellikle babası uzun yıllar, işitme engellilere duymasalar bile konuşmayı öğretmenin yollarını geliştirmeye çalışır. İki kardeşi veremden ölünce, babası kalan tek oğlunun sağlığı için Kanada'ya göç eder. Babasının ölümünden sonra onun çalışmalarını tanıtmak ve yaymak için çabalayan Graham Bell Amerika Birleşik Devletleri'ne gider. Burada bir süre işitme engellilere dil öğretmeni yetiştiren bir okulda çalışır. Daha sonra kendi okulunu kurar.
Ünü kısa sürede yayılan Bell, Oxford Üniversitesi’ne konuk öğretmen olarak çağrılır. İngiltere'de eline geçen Alman Hermann von Helmholz adlı bilginin işitme fizyolojisine ilişkin kitabını okuyan Bell, kitaptaki bazı fikirlerden etkilenerek müzik sesinin bir tel aracılığı ile aktarılabileceği düşüncesi üzerinde yoğunlaşır. Bu sırada başka bilim insanları da bu konularda çalışmalar yürütmektedir.
İngiltere'den dönen Bell, Boston Üniversitesi İnsan Sesi Fizyolojisi dalı profesörlüğüne getirilir. Kuramsal bilgilerini teknik destekle yaşama geçirmeye ve işitme engelliler için duymalarını sağlayacak aletler yapmaya çalışır. Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisi ile birlikte çalışmaya başlar. Çalışmalarını yürütmek için maddi destek gerektiğinde kendisine Avukat Gardnier Greene Hubbart yardım elini uzatır.

Bell ve Watson 1875 yılında sesin tel üzerinden bir başka yere gittiğini ortaya çıkarır. Ancak ses anlaşılmaz bir durumdadır ve gittiği noktayı da tespit edemezler. Bell,bunun için de diyaframla, yapay bir kulak zarı yaratmanın gerekli olduğu sonucuna varır. Diyafram, hem konuşma sesiyle titreşim oluşturabilecek hem de elektrik akımı yaratan küçük değişikliklere tepki verebilecek kadar ince bir tabakadır.
Tam ortasına da diyafram hareket ettikçe hareket eden bir 
manyetik zar yerleştirir. Ses titreşimleriyle oluşan değişiklikler, alıcı merkeze ulaştığında, alıcının diyaframında titreşime neden olarak, sinyalleri yeniden sese çevirdiğini görür.


14 Şubat 1876 günü Bell ve Gray telefon patenti almak için ayrı ayrı başvuru yapar. Bell'e 7 Mart günü istediği patent verilir. Patenti aldıktan sonra Bell atölyede denemelerini sürdürürken telefonu çalıştırmak için kullandığı bataryadan pantolonuna asit dökülür. Watson'u yardıma çağırdı:
"Mr. Watson —Come here —I want to see you" ("Bay Watson. Buraya gelin. Sizi görmek istiyorum.")
Bell yardımcısını yardıma çağırırken farkında olmadan 135 yıl önce 10 Mart günü ilk telefon görüşmesini yapar. Watson Bell'in sesini "telefon"dan duyar ve ikisi de büyük bir heyecan ve mutluluk yaşar.

Kısa süre sonra Graham, ilk telefon şirketi olan Bell telefon şirketini 1877'de kurar.
Bell telefon şirketi bugün ABD'nin en büyük şirketlerinden biridir. Ayrıca kendi geliştirdiği fonograf için bir, hava araçları için beş, hidro uçaklar için dört ve selenyum piller için de iki patenti vardır.
Bell aynı zamanda çok yönlü bir araştırmacı ve mucittir. Aşırı büyük üç boyutlu kutu uçurtmaları kullanarak
insan taşımayı başarmış ve bu çalışmaları sadece denemelerini yaptığı istasyonunda bulunan nehri kıyıdan

kıyıya geçmek amaçlı kullanmıştır.Hayatının en büyük buluşundan sonra da ömrü boyunca bilimsel çalışmalar yapan ve insanlık yararına uğraşlar veren Bell, 2 Ağustos 1922'de hayata veda eder.