Toplumsal gerçekliğin usta kalemi , 15 Eylül 1914’te
Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğar. Çok çeşitli türleri kaleme almış olmasıyla
beraber asıl eserlerini roman ve öykü dallarında verir. Asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü'dür.
İlk Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet
Bakanlığı’ndan 3 gün sonra istifa ettirilip nerdeyse tüm İstiklal
Mahkemeleri’nde yargılanan Abdülkadir Kemal Bey’in oğludur. Babasının, 1930’da
Ahrar Fırkası’nı kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla Suriye’ye
geçmesi üzerine, ortaokul son sınıfta öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalır.
Bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşadıktan sonra 1932’de Adana’ya döner. İşçilik,
dokumacılık, ambar memurluğu ve katiplik gibi işlerde çalışır.
1939′da ilk şiirlerini de yazdığı askerliği esnasında,
komünizm propagandası yapmak
suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkum olur. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde
yatar. Bursa Cezaevi’nde yattığı sırada Nazım Hikmet‘le tanışması yaşamının ve
yazarlığının dönüm noktası olur.
Onun şiirlerini dinleyen ve beğenmeyen Nazım usta, Orhan
Kemal ‘in edebiyata daha da bilenmesine
vesile olur. Orhan Kemal, 1943′te salıverildikten sonra
tekrar Adana’ya döner. Adana’da bir süre daha
amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş
Derneği’nde katiplik gibi bir çok işte çalışır. Nazım
Hikmet ‘le geçirdiği cezaevi günlerin yazarın içindeki
daha büyük cevherleri ortaya çıkarır ve ufku genişler. bir anda hedefler
değişir ve ani bir kararla 1950’de İstanbul’a yerleşerek, hayatını yazılarıyla
kazanmaya başlar. Nazım Hikmet ‘le geçirdiği yılları bir anı kitabında “Nazım
Hikmet’le 3.5 yıl” adıyla kaleme alır.
Kayseri
Cezaevi’nden yazıp gönderdiği ilk şiiri “Duvarlar” 1939′da Yedigün dergisinde
“Reşad Kemal” imzasıyla yayınlanır. “Reşad Kemal” takma adıyla yazdığı şiirler
Yedigün ve Yeni Mecmua’da çıkmaya başlar. İlk romanı “Babaevi”nin bir bölümünü
oluşturan “Balık” öyküsü, Yeni Edebiyat dergisinde 1940′ta yayınlanır. Bundan
sonra çalışmalarını öyküde yoğunlaştıran usta “Orhan Kemal” adını ilk kez
1942′de “Yürüyüş” dergisinde yayınlanan şiir ve öykülerinde kullanır. Öyküleri;
Varlık, Seçilmiş Hikayeler, Yeditepe başta olmak üzere dönemin tüm dergilerinde
yer alır. Onu artık tüm edebiyat çevreleri tanımakta, yeni bir ekol
yarattığının farkına varmaktadır. Gazetelere tefrika romanlar ve film
senaryoları yazar. Hemen hemen tüm edebi eser türlerine el atan usta yazar,
geçimini sağlamak, para kazanmak amacıyla durmadan yazar. “72. Koğuş, Murtaza,
Eskici ve Oğulları” adlı eserleri tiyatroya uyarlanır ve efsaneleşir.72.Koğuş
adlı eseri sinema filmi olarak defalarca çekilir ve beyaz perdeye konulur.
Doğrudan oyun olarak 1964′te yazdığı tek eseri “İspinozlar”, “Yalova Kaymakamı”
adıyla sahnelenir.
Öykü ve romanlarında
günlük yaşamın değişik yönlerini işler.Doğallığı ve toplumsal gerçekliği ön
plana çıkaran üslubuyla toplumun hemen hemen tüm kesimine hitap eder.
Kahramanlarını çoğunlukla sömürülen, yoksul insanlardan seçer. Bu insanların
yaşamlarını, sorunlarını, iç dünyalarını yansıtırken kinsiz, sevecen, umutlu
bir yaklaşım benimser. kimi eserlerinde bizzat kendi hayatını konu alır.
“Babaevi”nde çocukluk yıllarını, “Avare Yıllar”da gençliğini anlatır.
Eserlerinin hemen hepsinde toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurgular.
Güçlü gözlem gücüyle, özgün ve yalın anlatımıyla hâlâ çok okunan ve sevilen eserler
yaratmıştır. Eselerinde hızlı bir olay akışı ve devingenliğin yanısıra diyalog
kurma tekniğine ağırlık verdiği dikkat çeker. Sanatının olgun döneminde daha
çok Adana yöresindeki toprak ve fabrika işçilerini konu alır. bu eserleriyle
toplumsal sınıf ayrılıklarını ve çelişkilerini ustaca ele alır. Çukurova’nın
toplumsal ekonomik yapısındaki değişimin yöre halkı üzerindeki etkilerini
inceler,döneme ve geleceğe bu bağlamda ışık tutar. Ailesi 1972′den itibaren
adına “Orhan Kemal Roman Armağanı” vermeye başlar. Bu ödülü ilk defa “boynu
bükük öldüler” adlı eseriyle Yılmaz Güney alır. günümüzde hala bu ödül geleneği
devam etmektedir.
1966′da bir lokantadaki konuşmasında komünizm
propagandası yaptığı suçlamasıyla uzun yıllar sonra
tekrar yargılanır fakat bu defa beraat eder. Uzun ve
sancılı yılları geride bırakan usta yazar çok yorulmuş ve çok yıpranmıştır.
Yaşamının son döneminde Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak,
daha çok da tedavi amacıyla Soyfa’ya gider. 2 Haziran 1970’te Sofya’da tedavi
edildiği hastanede beyin kanamasından hayatını kaybeder . Türkiye’ye getirilen
cenazesi, İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilir.